Hasan Basrî’den Gelen Silsile

Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin, biri sekizinci İmâm Ali Rızâ’dan, biri Hasan Basrî’den gelen iki silsilesi vardır. Hasan Basrî Hazretleri’nden gelen silsile:

  • Hazret-i Allah
  • Hazret-i Cebrâil
  • Hazret-i Muhammed
  • Hazret-i Ali
  • Hasan Basrî
  • Dâvûd Tâî
  • Mârûf-ı Kerhî
  • Serî Sakatî
  • Cüneyd-i Bağdâdî
  • Ebûbekir Şiblî
  • Abdülvâhid Temîmî
  • Yûsuf Tarsusî
  • Ali Hekkârî
  • Ebu’l Hasan Ali Karşî
  • Ebû Saîd Mübârek
  • Abdülkādir Geylânî

şeklindedir. Bu sayfada, yukarıdaki silsilede İmâm Ali (k. v.)’den sonra gelen kişiler hakkında kısa bilgi vermeye, bâzı sözlerini aktarmaya çalışacağız.

Hasan Basrî

Ebû Saîd el-Hasan ibn Ebî Hasan el-Basrî (r. 110/728-29) aslen İranlıdır. Cenâb-ı Peygamber Efendimiz’in eşlerinden Ümmü Seleme’den süt içmiştir. Tabiînin büyüklerindendir. Basra’da bir medrese kurdu ve ders verdi.

Naklederler ki, bir cemâatle bir kabristandan geçiyordu. Şöyle dedi: “Bu kabristanda yüce himmet ehli o kadar zevât var ki sekiz cennete tenezzül etmezler. Lâkin topraklarına o kadar çok hasret bulaşmış ve sinmiştir ki bu hasretin bir zerresi bile semâ ve arz ehline arzolunsa, hepsi de şapır şapır dökülüverirdi!”

Naklederler ki, Hasan duâ edince, Habîb-i Acemî eteğini açar ve: “İcâbet edildiğini görmekteyim” derdi.

Biri ona “Sen mi yoksa köpek mi daha üstündür?” diye sormuş, o da bu suâle şu cevâbı vermişti: “Eğer Allah’ın azâbından kurtulabilirsem ondan iyi olabilirim, aksi hâlde Allah’ın izzetine andolsun ki o benim gibi yüz kişiden iyidir.”

Naklederler ki, Hasan’ın kulağına, “falan kişi seni gıybet etti” diye bir söz ulaşınca hemen bir tabak üzerine koyduğu birkaç hurmayı o kişiye göndererek özür dileme sadedinde: “Haber aldığıma göre kazanmış olduğun sevapları, benim amel defterime nakletmişsin, bundan dolayı seni mükâfatlandırmak istedim, seni hakkıyla mükâfatlandıramadığım için mâzûr gör” diye haber gönderdi.

Birkaç sözü

Ebedî ve sonsuz olan cennet, şu birkaç günlük amelin değil, iyi niyetin karşılığıdır.

Bir zerre ağırlığı kadar verâ, bin yıl namaz kılıp oruç tutmaktan daha iyidir.

Senden sonra dünyânın nasıl olacağını seyretmek istersen, diğerlerinin ölümünden sonra nasıl olduğuna bak.

Habîb-i Acemî

Habîb-i Acemî (r. 130/747-48) Hasan Basrî Hazretleri’nin meclisinde inkilâb geçirmiştir. Ne vakit Kur’ân-ı Kerîm okusa veyâ dinlese, ağlardı.

Naklederler ki, bir akşam namazı sırasında Hasan Basrî, Habîb’in zâviyesine varmıştı. Habîb namaza durmuştu. Fâtiha sûresindeki (ha ile) “el-hamd” kelimesini (he ile) “el-hamd” şeklinde okuyordu. Hasan, onun peşinde namaz kılmak sahîh olmaz diye namazını münferiden kıldı. O gece rüyâsında gördüğü şânı yüce Allah’a:
— İlâhî, senin rızan ne şeydedir?
diye niyâzda bulundu.
— Ey Hasan! Rızâmı buldun ama onun kadrini bilmedin!
— Rabb’im, neydi o?
— Habîb’in ardında ona tâbî olarak namazı edâ etmek. Hiç şüphen olmasın ki o namaz, ömür boyu kıldığın namazların mührü olacak, kılmış olduğun tüm namazlar o namazın hürmetine kabûl edilecekti. Ama sen lafzın doğruluğunu, niyetin sıhhatinden önde tuttun, niyetin doğru olduğuna değil, ibârenin eğri olduğuna baktın. İmdi, lisânı düzeltmekle kalbi düzeltmek arasında pek çok fark vardır.

“Rızâ nerededir?” sorusuna şu cevâbı verdiği nakledilir: “üzerinde münâfıklık tozu bulunmayan gönülde!”

Dâvûd-i Tâî

Ebû Süleyman Dâvûd bin Nusayr (r. 165/781-82), tasavvufda ileri gelenlerdendir. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin meclisine devâm ederdi.

Gece yaptığı duâda: “İlâhî, senin derdin beni dünyevî derdlerden azâd kılıyor ve uyku ile arama giriyor” derdi.

Bir zât Dâvûd’un yanına gelmiş ve ona bakmaya başlamıştı. Dâvûd bu zâta: “Bilmiyor musun ki velîler lüzumsuz konuşmalar kadar lüzumsuz bakışlardan da hoşlanmazlardı” demişti.

Bir sözü

Eğer selâmet istersen, dünyâya, “Hadi dünyâ, selâmün aleyküm” deyip vedâ et. Eğer kerâmet istersen, âhirete, “Artık sen nazarımda ölü gibisin” deyip cenâze namazını kılmak üzere “Allahü Ekber” diyerek onu terket. Hakk’a erebilmek için ikisinden de geç.

Mârûf-ı Kerhî

Mârûf-ı Kerhî (r. 200/816), Hristiyan bir âilenin evlâdıdır. Sekizinci İmâm Ali Rızâ (a. s.) aracılığı ile İslam dinine girmiş, onun öğrencisi olmuş, ondan feyz ve el almıştır. İmam Ali Rızâ (a. s.): “Mâruf, huy ve muhabbet bakımından Ehl-i Beyt’tendir” der.

Tasavvuf ulularından biri rüyasında cenneti görür, Arş’ı seyreder, bir bakar ki Arş’ın pencerelerinden bir adam, gözünü hiç kırpmadan Allahü teâlâ’ya nazar ediyor. Cennetteki meleklerin başına onun kim olduğunu sorar, cevap verilir: “O zât, Mârûf-ı Kerhî’dir, çünkü onun Allah’a olan ibâdeti cehennem korkusu veyâ cennet ümidi ile değil, yalnız onu sevdiği içindi. Bunun için Cenâb-ı Hakk, ona kıyâmete kadar kendisine bakma imkân ve saâdetlerini bahşetmiştir.”

Naklederler ki, bir gün Mârûf’a bir misâfir geldi. Hankâhın kıblesini kestiremediğinden aksi cihete yönelip namazını kıldı. Daha sonra ters istikāmete doğru namaz kıldığını anlayınca mahcub oldu ve: “Peki doğru olan ciheti niçin bana haber vermediniz?” diye sordu. Şeyh, “Biz dervişiz. Dervişin tasarrufla ve işe müdâhale ile işi ne?” deyip bu misâfire hadsiz hesapsız iltifâtlarda bulundu.

Muhammed bin Hüseyin (r. a.) anlatıyor. Mârûf’u rüyâda görüp sordum: “İzzet ve Celâl sâhibi Allah sana ne yaptı?” Cevap verdi: “Beni affetti.” Soruma devâm ettim: “Zühd ve takvan sebebiyle mi?” “Hayır. İbn Semmâk’dan Kûfe’de işittiğim aşağıdaki sözlerini kabûl ettiğimden: «Kim bütün mevcûdiyetiyle Allah Teâlâ’ya teveccüh ederse, Ulu ve Yüce Allah da rahmetiyle ona teveccüh eder. Ayrıca bütün halkı da ona tevcih eder.»” İbn Semmâk’ın bu sözü kalbime tesir ettiğinden Allah’a yönelip, Ali bin Mûsâ Rızâ’ya hizmet hâriç, sâir işlerin hepsinden el etek çektim. İbn Semmâk’ın sözünü Ali Rızâ’ya anlattığımda “Eğer kabûl edip gereğine göre hareket edersen, bu söz sana kâfi gelir” dedi.

Bazı sözleri

Civanmerdlik alâmeti üçtür: Muhalefetsiz bir vefâ, cömertlik görmeden övmek (minnetsiz iyilik) ve istenmeden vermek.

İzzet ve Celâl sâhibi Allah’ın evliyâsının alâmetleri şudur: Onların hep akıllarında Allah fikri vardır, kararları Allah’ladır, firârları Allah’adır, meşgûliyetleri Allah’dadır.

Evliyânın üç alâmeti vardır: Düşüncesi Hakk ola, işleyeceği işi yine Hakk ile işleye, meşgûliyeti yine hep Hakk ile ola.

Serî Sakatî

Ebu’l Hasan Serî bin Muğallas Sakatî (r. 257/870-71), Mâruf Kerhî’nin öğrencisi idi.

Biri Lükam dağından onu ziyârete geldi. Kapısının üzerindeki perdeyi kaldırıp selam verdi ve Serî’ye
— Lükam dağındaki pîrin sana selâmı var
dedi. Serî dedi ki:
— O pîr dağda mı ikāmet ediyor? Meşgûl olacağı bir işi yok mu? Er, pazar ortasında işi gücü ile meşgûl olmalı ama bir lahza bile Hakk Teâlâ’dan gâib olmamalıdır.

Naklederler ki alışverişte yüzde beşten fazla kâr yapmazdı. Bir kere altmış dinarlık bâdem almış, fakat az sonra bâdem fiyatları yükselmişti. Simsar gelip bâdemi satmasını söyledi. Serî: “Olur” deyince simsar: “Kaça?” diye sordu. Serî: “Altmış üç dinara” dedi. Simsar: “Ama bugün bâdemler doksan dinardan satılıyor!” deyince Serî: “Benim kararım her on dinarda, yarım dinardan fazla kâr etmemektir; verdiğim kararı bozmamaya azimliyim” dedi. Simsar da: “Ben de senin malını değerinden az fiyatla satamam” deyince, bâdemleri ne simsar sattı ne de Serî.

“Bir kere şükredip ‘Elhamdülillah’ dediğim için otuz senedir istiğfâr ediyorum” deyince sordular: “Bu nasıl olur?” Anlattı: “Bir kere benim dükkânım hâriç Bağdad çarşısı yanmıştı. Bana haber ulaşınca ‘Hamd olsun Allah’a’ demiştim. Kendimi kardeşlerime tercih edip dünyâ için hamdettiğimden istiğfâr ediyorum.”

Serî şöyle duâ ederdi: “Allah’ım, beni dilediğin gibi cezâlandır, ancak (cemâlini temâşâya mânî olan perde ve) hicâb cezâsı ile cezâlandırma.”

Bâzı sözleri

Şu on sekiz bin âlem içinde insandan daha zayıf hiçbir kimse yok! Buna rağmen Allah’ın yaratmış olduğu çeşit çeşit mahluklar arasında O’nun emrine insan gibi âsî olan başka hiçbir yaratık yoktur. Eğer insan iyi olursa, o kadar iyi bir varlık, melek olur ki melekler onun hâline imrenir, eğer kötü olursa o kadar fenâ bir varlık olur ki şeytan bile ondan ve ona yoldaş olmaktan nefret eder. Tuhaftır ki bu kadar âciz olan insanoğlu o kadar muazzam olan Allah’a âsî olabilmektedir.

Üç türlü kalp vardır. Kalp vardır, dağ gibi sâbittir, hiçbir şey onu yerinden kımıldatamaz. Kalp vardır, ağaç gibidir, kökü muhkemdir ama zaman zaman rüzgâr onu sallar. Kalp vardır, tüy gibidir, rüzgâr esince her tarafa gider.

Hayırlı bir rızıkta şu beş husus bulunmaz. Kazanılırken günah işlenmez, dilenilerek zillet ve meskenete düşülmez, sanatta hîle yapılmaz, günah olan âletlerin bedeli alınmaz, haksızlık yapanlarla muâmelede bulunulmaz.

Dini kazanca âlet etmek zibidiliktir.

Cüneyd-i Bağdâdî

Ebu’l Kāsım Cüneyd bin Muhammed (r. 298/910-11), ‘seyyidü’t-tâife’ (sûfîler topluluğunun efendisi), ‘tavûsu’l-ulemâ’ (âlimler arasında süslü tavus kuşu), ‘imâmü’l-eimme’ (imamlar imamı, yâni sûfî önderlerinin önderi) diye anılır. Aslen Nihâvend’li idi, Irak’ta yetişti ve yaşadı.

Bir gün sohbetinde bulunanlara dedi ki: “Farzların hâricindeki namazların, sizlerle oturup sohbet etmekten daha fazîletli olduğunu bilseydim, aslâ oturup sizlerle sohbet etmezdim!”

Naklederler ki, Cüneyd’le Ebû Bekir Kettânî arasında bir meselede mektuplar teâtî edilmişti. Kettânî vefât edince: “Bu mektupları kimsenin eline vermeyin ve benimle birlikte toprağa koyun” diye vasiyet etmişti. Cüneyd de “Ben de aynı şeyi arzu ediyorum, bu meseleleri ihtivâ eden mektuplar kimsenin eline geçmesin” demişlerdi.

Sözlerinden birkaçı

İhlas Allah teâlâ ile kul arasında bir sırdır, melek bilmez ki sevâbını yaza, şeytan bilmez ki ifsâd ede, hevâ ve heves bilmez ki saptıra.

Hırkanın ve yamalı elbise giymenin bir işe yaradığına kâni olsam, demirden ve ateşten elbise yaptırıp onu giyinirdim. Lâkin her an içime: “Îtibâr hırkaya değil ancak yanık kalbedir” diye nidâ olunmaktadır.

Tasavvuf kalbi temizlemek ve her an Allah ile olmaktır.

Ömrümün bir kısmını öyle geçirdim ki, yer ve gök ehli hâlime bakıp ağladı. Sonra öyle oldu ki ben onların kusurlarına ağladım. Şimdi o hâle geldim ki ne onlardan haberim var ne de kendimden!

Allah teâlâ mürîde hayır murâd etti mi, onu sûfîler zümresine ilhâk eder ve kurra ile sohbet etmesine engel olur.

Şeyh Şiblî

Ebû Bekir Dülef bin Cahder Şiblî (r. 334/945-46), Bağdad’da doğmuş, Bağdad’da yetişmiştir. Cüneyd-i Bağdâdî’nin ve çağdaşı olan sûfîlerin meclislerinde bulundu.

Ulu ve yüce Allah’ın “Mü’minlere de ki gözlerini sakınsınlar” (Nur 24/30) âyetinin mânâsı hakkında şöyle dediği nakledilmiştir: “Baştaki gözlerini nâmahremden, kalpteki gözlerini Allah müstesnâ herşeyden, mâsivâdan korusunlar.”

Şiblî’ye zühdden sorulunca: “Allah teâlâ hâriç herşeye sırt çevirmekdir” demiştir.

Şiblî: “Şükür nîmeti değil, nîmeti vereni görmekdir” demiştir.

Abdülvâhid Temîmî

Benî Temîm kabîlesinden Abdülvâhid Temîmî’nin (r. 425/34) künyesi Ebu’l Fazl’dır. Şiblî Hazretlerinin gözde halîfesi idi. Bir rivâyete göre babası Abdülazîz Temîmî’den de hırka giymiştir. Son derece zühd ve takva sâhibi idi. Onun rıhletinden sonra yerine geçip 90 yıla yakın bir süre insanları irşâd etti. 26 Cemâzeyilâhir 425/18 Mayıs 1034 günü Hakk’a yürüdü, Ahmed bin Hanbel’in kabrinin yanına gömüldü.

Yusuf Tarsusî

Ebu’l Ferec Yusuf Tarsusî (r. 447/1055), Abdülvâhid Temîmî Hazretleri’nden el aldı. Zamânının en büyük velîsi kabûl edilir. Üstâdından sonra irşad görevini devr alıp nice beşeri insan yaptı. 3 Şâban 447/28 Ekim 1055 günü bekā âlemine göçtü.

Ali Hekkârî

İbrâhim Ebu’l Hasan Ali Hekkârî (r. 486/1093-94), fıkıh ve hadis âlimiydi. İlminin büyüklüğünden ötürü kendisine ‘şeyhülislam’ ünvânı verilmişti. Çok seyâhat yapmış, Yusuf Tarsusî Hazretleri’ne rastlayıp irşad halkasına girdikten sonra dünyevî seyâhati bırakmış, mânevî yolculuklara başlamıştır. Mezarı Bağdad’ın Hekkâr köyündedir.

Ebu’l Hasan Ali Karşî

Asıl adı Ali bin Muhammed bin Câfer’dir. Bazı kaynaklarda adı ‘Kureşî’ olarak da geçer. Ebu’l Ferec’in halîfesi idi. Fevkalâde hâlleri vardı. Ahlâkı edebi çok yüksekti.

Mahzûmî Mübârek

Ebû Saîd Mübârek el-Mahzûmî [veyâ Muharrimî] (r. 513/1119), Ebu’l Hasan Karşî Hazretleri’nin en gözde halîfesidir. Hanbelî mezhebinden idi. Ne zaman bir kimseye nazar ederse onu mâsivâdan ayırırdı. Hazret-i Hızır ile sohbet etmiştir. Abdülkādir Geylânî Hazretleri’ne hırka giydiren kişidir. Kabri, kendisinin inşâ ettirip hayatında Abdülkādir Geylânî Hazretleri’ne bağışladığı medresededir.

Demiştir ki: “Allah ile kul arasında perde, toprak ve semâ değildir, Arş ile Kürsî de değildir. Benliktir.”

“Bir saatlik tefekkür bir yıllık ibâdetten hayırlıdır” hadîsinin mânâsını sorduklarında demiştir ki: “Kişinin kendi yokluğunda bir saat tefekkür etmesi, kendi varlığında bir yıl ibâdet etmesinden hayırlıdır.”


Hakk’ı erden, eri Mü’min’den iste
Budur sözüm sana şikeste beste

Bu sayfa son olarak 18.05.2012 târihinde değiştirilmiştir.