Nota üzerinden sistemli, metotlu bir şekilde çalışan ve mâbed mûsikîmize değerli bir varlık olarak iltihâk eden bu çocukları, — on seneye yakın bir zamandan beri çalışmakta ve hazırlanmakta oldukları hâlde — son günlerde ancak iki defadır ki radyo mevlidlerinde dinlemiş bulunuyoruz.
24 Ocak 1954 Pazar günü Fâtih Câmii Şerifinde, “Erzurum Kültür ve Yardım Cemiyeti” nin, Azîziye Tabyası şehidlerinin azîz ruhlarına ithâfen okutturduğu İstanbul, Ankara ve İzmir radyolarındaki ilk mevlidle, 14 Mart 1954 Pazar günü, yine radyolarımızda yayınlanan Eskişehir Cerr Atölyesi işçilerinin tertiplediği ikinci mevlid-i şerîfi umûmun takdirleriyle berâber zevkle, iftiharla dinledik. İkisinin de netîcesinde pek bâriz olarak gördük ki ‘mûsikî’ dediğimiz bu bediî sanatın, bu gönül ibâdetinin, bir ağızdan alabildiğine bağırmak demek olmadığını, velvelenin yaygaranın aslâ sanat ve hünerden sayılamayacağını bu çocuklar, çok iyi öğrenmişler. Kendilerinde başkalarına benzemeyen ve benzetilemeyecek olan pek çok farklı ve üstün husûsiyetler görüyoruz:
Bir defa şefin elindeki akord düdüğünden kıl kadar şaşmayorlar. Başları, gözleri dâimâ notanın üstünde. Mazbutun usulün dışında, esere tek nağme katmayorlar Hepsini tabiî perdede okuyorlar. “Nüans”lara dikkat ediyorlar. Eserin birini bırakıp birine geçmiyorlar. Birbiri peşine üç ilâhî birden okuyup insanı bıktırmayorlar. Dinleyenin zevkine, sabrına hürmetleri var. Kalbin, kulağın huzuruna saygı gösteriyorlar. Keyif ve isteklerine esir olmayorlar. Mevlid-i şerîfin mübârek metni ile, tevşihin gerçek mânâsı ile — ne urfen, ne de zevken hiç bir ilgisi olmayan ve o meclise aslâ yakışmayan, sırf okumuş olmak için okunan — bir takım oynak ve kıvrak şugulleri (tekkelerin kıyam zikrine göre hazırlanmış Arapça Acemce melodileri), eski taş mekteplerin âmin alaylarına yâhut Muharrem aylarında çıkan goygoyculara, gedikli mahalle dilencilerine mahsus Veyselkarânî ilâhîlerini okumuyorlar.
Hazret-i Âmine’nin firâş-ı saâdetlerini (yatağını) remzen temsil eden ve bunun için süslenmesi, donatılması eskidenberi âdet olan mevlid kürsüsünün etrâfını çalgılı gazino haline getirmiyorlar. Köçek havası hoppalığında kanto ritminde bestelenmiş türedi eserlerden hiç birini ağızlarına almayorlar; çünkü beğenmiyorlar.
Konservatuvar’ın mevlid tevşihlerine, Mevlevî âyinlerine, üç ayların ilâhilerine ve ellerindeki muntazam defterlere dayanarak meşkde ve dersde, eslafın çizdiği, gösterdiği yoldan yürüyorlar. Çocukluk hevesine kapılıp çıkmamış eserleri ortaya atmayorlar. Güfte sâhibi şâirin — rahmet ve hürmetle anılması lâzım gelen — mübârek adını yutmuyorlar.
Hülâsâ hiç bir sûretle ölçüden, usûlden, notadan, metinden bilhassa îtidâlden ayrıldıkları görülmeyor.
Mesleğin kültür tarafında haklı olarak pek ehemmiyet veren Nişancı grubunun bir başka mazhariyetleri de şu:
İstanbul Konservatuvarı icrâ heyeti eski âzâsından Hüseyin Tolan Karanfilgil (Çarşılı Hâfız Hüseyin) gibi şef ve üstâd mevkiinde olgun bir sanat ve salahiyet sâhibini de, ilâveten başlarına almış bulunuyorlar.
Süleymâniye kubbesini ciğerlerile dolduran son devrin en büyük mevlid üstâdı, emsalsiz derecede kıymetli ve rahmetli Hâfız Kemâl Gürses’in ve onun hâlâ devâm etmekte olan ebedî mektebinin değerli bir mümessili olan Hâfız Hüseyin’in dostâne bir ilgi ile bâzen bu gençlerin arasında görülmesi, Nişancı Grubu’nunun değerini artırıyor, başarısını çoğaltıyor.
Muvaffakiyet haklarıdır!
Hakk’ı erden, eri Mü’min’den iste
Budur sözüm sana şikeste beste
Bu sayfa son olarak 20.05.2012 târihinde değiştirilmiştir.