Sâdeddin Geylânî Hazretleri

Âilesi

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethetmesinin ardından İstanbul’a yerleşen ve İstanbul’a Kādirî tarîkatını getiren bir âilenin evlâdıdır. Anne tarafından soyu Abdülkādir Geylânî Hazretleri’ne ulaşır. Bir rivâyete göre Zülkadiroğulları memleketinden gelmişlerdir. Âilenin büyükleri Osmanlı devletinde (şimdiki Posta Müdürlüğü görevine tekābül eden) Tatarağalığı görevinde bulundular. Pâdişahlardan biri kendilerine Tosya’da bir arâzi bağışlamıştır. Babası, Hâkî Baba Tekkesi’nin şeyhi olan İsmâil Mârûfî Efendi Hazretleri’dir. Doğum târihi 1860 yılı olarak tahmin edilmektedir.

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, Eyüp Sultan’da mahalle mümessilliği yapmıştır. Eyüp Sultan’a yerleşmek isteyen kişiler, önce onunla görüşürler, o uygun görürse kendilerine ikāmet izni verilir, uygun görmezse verilmezmiş.

Şeyhleri

Sâdeddin Efendi, Eyüb’ün meşhur ulemâsından Hoca Râik Efendi’den ders görmüşdür.

İlk nisbeti Taşlıburun şeyhi Süleyman Sıdkî Efendi’yedir, babası İsmâil Hakkı Efendi de ondan müstahlefdir. Sâdeddin Efendi, Mevlevîhânekapısı civârındaki Sâdiyye’den Matrak Dede Tekkesi şeyhi Osman Nihâd Efendi’den sülûk gördü. Sâdiyye’den Taşlıburun Tekkesi şeyhi Süleyman Sıdkî Efendi’den Sâdiyye hilâfeti, ve yine Sâdiyye’den olan Kırımî Hacı Hâfız Efendi’den Sâdiyye hilâfeti, Muvakkit Şeyh Eyyûbî Ahmed Talat Efendi’den de Nakşibendiyye icâzeti almışdır. Kādiriyye icâzetini Molla Çelebi Tekkesi şeyhi Mehmed Eşref Sabri Hazretleri’nden aldı.

Şeyhliği

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, Kādirî şeyhi, Eyüplülerin çok sevdiği bir insan, herkesin sıkıntısına yetişen bir halk adamı idi. Hâkî Baba Tekkesi adlı Kādirî tekkesinin postnişîni idi. Aynı zamanda Hâtûniye Dergâhı’nın şeyhliğini de vekâleten yürütmüştür.

Sarac İsmâil Efendi tekkenin boş arsasını, tekke türbesinin türbedârlığını ve Evlice Baba Câmii’nin vekil imamlığını yapmakta olan Şeyh Sâdeddin Efendi’ye vakf edince, Sâdeddin Efendi Rûmî 15 Temmuz 1318 (mîlâdî 28 Temmuz 1902 Pazartesi) târihini taşıyan bir dilekçe ile dergâhın meşîhatının kendisine tevcih edilmesi için başvurur; ve kendi parasıyla bir hücre ile tevhidhâne yaptırır. Yıldız Sarayı’ndan bir kimse Eyüb’e gelip açılan tekkeyi bulur, durumu inceler, ve sonunda Evkāf-ı Hümâyûn Nezâreti’nden tekkeye üç yüz kuruş taamiye tahsis edilmesi için pâdişâh tarafından irâde buyrulur. Şeyh Sâdeddin Efendi buna çok sevinir, koşa koşa teşekküre gider. Sultan II. Abdülhamîd Hân’ın doğum günü olan 16 Şâban 1322/25 Ekim 1904 Salı günü tekke açılır.

Yine Sâdeddin Geylânî Hazretleri zamânında bahriye kolağalarından Eyüplü Fethi Bey, Hâkî Baba Tekkesi’ni tamîr ettirmiştir.

Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin şeyhliğini vekâleten yürüttüğü Hâtûniye Dergâhı, millî mücâdele yıllarında Anadolu’ya silah sevkiyâtı yapan ‘mim mim’ rumuzlu gizli örgütün Eyüp merkezi, örgütün başkanı da Sâdeddin Geylânî Efendi Hazretleri idi. Dergâhın, Kurtuluş Savaşı’nda akıllara durgunluk veren hizmetleri vardır.

Şeyh Sâdeddin Efendi İplikhâne’de imamlık vazîfesini görür, buradan aldığı yetmiş ekmekleriyle fukarâ doyurur, başka bir geliri olmadığı hâlde gelene gidene sofra açar, giderlerken de kendilerine ayrıca birer ekmek verirdi. Çünkü seferberlikde ekmek sıkıntısı vardı. Sofrada bizzat hizmet eder, “kudemâ-yı meşâyih huzûrunda hizmete soyunmakla iftihâr ederim” derdi. Nükebâlığın, nücebâlığın şîr ü merdi, usûl ve erkânının dört başı mâmur erbâbı idi, bunun içindir ki “ben şeyhim” demez, bizzat hizmete soyunurdu.

İsterseniz okulların açıdığı gün yapılan ve ‘âmin alayı’ denilen törenlerden birini anlatan, Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin ve başka birçok şeyhin adını anmamızı sağlayan bir yazıyı okuyalım.

Halîfeleri

Ceylan Baba

Şeyh Sâdeddin Geylânî’nin oğlu ve halîfesi Hüseyin Nazmi Ceylanoğlu Hazretleri.

Hâfız Abdülkādir Efendi

‘Kaptan (Kapudan) Hâfız’ diye tanınan Hâfız Abdülkādir Efendi, Eyüb’ün Baba Haydar Mahallesi’nde otururdu. Bahriye binbaşılığından emekliye ayrılmıştı.

Şeyh Hasan Efendi

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, bahriye nezâreti çalışanlarından olan Kasımpaşalı Şeyh Hasan Efendi’ye Nakşibendiyye tarîkatından icâzet vermişdir. Bu zât Kaşgarî tekkesi şeyhi Âşir Efendi’nin eski mensublarından idi.

Mahmud Efendi

Mahmud Efendi, Balçık Dergâhı şeyhi Hâlid Efendi’nin oğludur. 10 Şâban 1340/8-9 Nisan 1920 gecesi Şeyh Sâdeddin Efendi’den tâc ve hırka giymiştir.

Zikri

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, zikirde coşkunluğu ile tanınırmış. Uzattığı saçları zikir esnâsında savrulur, boynunun etrâfında bir devir yapar, boynunu tamâmen örtecek şekilde dolanırmış. Bu coşkusu yanında, kıyam zikri reisliğinin mükemmel örneği olması ile de tanınmıştır.

Zikir sırasında ayağı yerden bir karış kesilirdi. İsm-i Celâl zikrinde ayağını vurunca dergâh sallanırdı. Komşularından bir hanım, “Biz çocuktuk, Sâdeddin Geylânî Hazretleri zikir idâre ederken, tekkenin cumbası bizim evin üzerine eğilirdi” demiştir.

Nevbezenliği

Nevbe, tasavvuf mûsikîsi icrâ eden saz topluluğu, bir başka deyişle tarîkat orkestrasıdır. Zâkirlerden oluşan, ‘nevbezen’ veyâ ‘eshâb-ı nevbe’ diye anılan bu orkestrayı, tecrübeli bir zâkirbaşı veyâ mûsikîşinas şeyh efendi yönetir. Bu hususda başarılı olmak, bir hünerdir.

Sâdeddin Geylânî Hazretleri, döneminin en önde gelen nevbezenlerindendi. Devrân idâre etmede de tam bir usta idi. Devrânın idâresi sırasında şeyhin ayak vurması incelik ve mahâret ister. Meselâ, Hû ism-i şerîfi zikri sırasında, perde yükseltilirken şeyh efendi hafifçe ayak vurur, fakat ayağını yerden kaldırmaz, ayağını güm güm diye yere vurmaz. Sol ayak kaldırılarak sağ ayaktan ayrılır, sağ ayak çekilerek sol ayağın kaldırıldığı yere gelir. Topuktan parmaklara doğru bir kaydırma yapılır, kısaca devrân topukla idâre edilir ki bunu ancak usta şeyhler becerebilir.

Oğlu Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri de aynı şekilde devrân usûlünü çok iyi bilir, çok iyi yapardı. Birçok dergâha usûl öğretmiştir.

Bâzı kerâmetleri

Bir gasil olayı

Nazmi Geylânî Hazretleri’nin kıvanç duyduğu olaylardan biri, babası Sâdeddin Geylânî Hazretleri’yle birlikte Abdülkādir Belhî Hazretleri’ni gasl etmiş olmalarıdır.

Abdülkādir Belhî Hazretleri, Eyüp Nişancısı’ndaki Şeyh Murad Dergâh-ı şerîfinin postnişîni, âlim ve ârif bir kişi, Ehl-i Beyt âşığı bir Nakşî şeyhi, Melâmî-Hamzevî kutbu idi. 1255/1839-40 yılında Belh’de doğdu. Babası Süleyman Belhî Hazretleri ve onun birçok mürîdi ile birlikte Rus istilâsından kaçarak (1259/1843-44) Belh’den Anadolu’ya gelmiştir (1275/1859). Âilesi, Sultan Abdülazîz’in dâveti üzerine İstanbul’a yerleşti (1278/1861-62). Babası 1284/1867-68 de Eyüp Nişancısı’ndaki Şeyh Murad Buhârî Dergâhı şeyhliğine getirildi. Onun Âhirete göçüşünden sonra, dergâhın şeyhliğini Abdülkādir Belhî Hazretleri üstlendi (1294/1877-78).

Abdülkādir Belhî Hazretleri, Bayrâmî Melâmîlerinden Bekir Reşad Efendi’ye intisâb etmiştir. Şeyhliği sırasında, Şeyh Murad Buhârî Dergâhı’nda, Horasan ve Rumeli tasavvuf kültürü Melâmî anlayışıyla mezc olup parlamıştır. Kendisi Hamzevî kutbu idi. Müntesibi Mevlevîler arasında Abdülhalîm Çelebi, Abdülbâki Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi postnişîni Mehmed Celâleddîn Dede, Galata Mevlevîhânesi postnişîni Ahmed Celâleddîn Dede, Bahâriye Mevlevîhânesi postnişîni Hüseyin Fahreddîn Dede, Bektâşîler arasında Sütlüce Tekkesi şeyhi Münîr Baba, Rumelihisarı Şehitlik Tekkesi şeyhi Nâfî Baba vardır. Abdülkādir Belhî Hazretleri’nin (hepsi manzûm olan) Dîvân-ı Belhî, Esrârü’t-Tevhîd, Gülşen-i Esrâr, Kunûzü’l-Ârifîn, Sunûhât-ı İlâhiyye ve İlhâmât-ı Rabbâniyye, Şems-i Rahşân, Şumûs-ı Esrâr, Yenâbîü’l-Hikem adlı eserleri vardır. Hayatının son üç yılını istiğrâk halinde geçirip 1923 yılında Hakk’a yürüdü.

Hakk’a yürüyen bir şeyhin gaslini, yine tasavvuf ehli bir şeyh yapar (cenâze namazını para ile görevlendirilmiş imam değil, tarîkat ehli pîrlerden biri kıldırır, telkînini de pîrlerden biri verir), çünkü Hakk’a göçmüş şeyhin vücûdu, zâhir ehline mahrem sayılır, ehl-i tarîkat olmayan kişilere gösterilmez. Bu yüzden gasil kapalı bir yerde yapılır, tarîkat mensubu olmayan kişiler oraya alınmaz. Eğer hariçden biri oraya girecek olursa, teneşirden bir duman ve köpük yükselerek göçmüş olan şeyhin vücûdunu örter ki bu Allah’a kavuşmuş olan şeyhin kerâmetidir.

Abdülkādir Belhî Hazretleri’nin nâşını, Sâdeddin Geylânî ve Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri gasl etmişlerdir. Bu sırada — her nasılsa — uygun olmayan bir kişi gaslin yapıldığı odaya girmiş, teneşirden duman yükselmiştir.

Kuyu ve yağmur

İstanbul, bir sene korkunç bir kuraklığa düşer. Günlerdir, aylardır bir damla yağmur yağmaz. Bitkiler, ekinler perîşan, hayvanlar susuz, insanlar çâresizdir. Halk ardı ardına yağmur duâsına çıkar, amma bu duâlar fayda getirmez.

İnsanların iyice bunaldığı bir anda, şehrin salatin câmilerinden birinin imamına, Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nden yardım isteme fikri gelir. Büyük selâtin câmilerinin imamları toplanıp Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin bulunduğu Hâkî Baba Dergâhı’na gelirler. Atlasdan kıyafetli imamları sâde kıyafetli Sâdeddin Geylânî Hazretleri misâfir eder, ve sorar : “Hayrola? Sizler buralara pek gelmezsiniz. Sizi buraya hangi rüzgâr attı?”. İmamlar halkın perîşan olduğunu, yağmura şiddetle ihtiyaç duyulduğunu anlatıp, hazretten duâ beklediklerini söylerler. Sâdeddin Geylânî Hazretleri, “Öyleyse buyrun, kuyuya gidelim” diyerek kapıdan çıkar, imamlarla berâber — kapıdan yaklaşık sekiz-on metre ötede olan — dergâhın bahçe kuyusunun başına gelirler, Hazret kuyuya eğilerek “Allahü Ekber” der. Ve “Allahü Ekber” der demez hava bir bulutlanır, bir şimşek çakar, bir yağmur boşalır ki imamlar, dergâhın kapısına dönünceye kadar sırılsıklam olurlar.

Sırılsıklam olmakla berâber imamlar çok mutludur, aylardır beklenen yağmur nihâyet yağmaya başlamıştır. Sâdeddin Geylânî Hazretleri, her bir imama bir şemsiye verir, onları yolcu eder.

İnsanlar sevinç içindedir. Yağmur herkesin yüzünü güldürmüştür. Yağmur yağdıkça insanların neşesi artar.

Yağmur yağar, yağar, yağar. Ara vermeden, durmak bilmeden yağar. Ekinler toprakda çürüyüp gider, yağmur sele dönüşür, sevinç kaynağı yağmur kaygı kaynağı olur. İnsanlar kara kara düşünürlerken, aynı imamlar, yine Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin huzûruna gelirler. Sâdeddin Geylânî Hazretleri, şakacı üslûbu ile “Yâhu nerede kaldınız, ben de sizi bekliyordum.” der. İmamlar, yağmurun artık zarar verdiğini, yağmurun durması için duâ ricâ ettiklerini söylerler. Sâdeddin Geylânî Hazretleri “Gelin, şu kuyuya gidelim” der, gene kuyunun başına toplanırlar, Sâdeddin Geylânî Hazretleri kuyuya eğilerek “Allahü Ekber” der. Ve “Allahü Ekber” der demez güneş açar, bulutlar dağılır, yağmur durur.

Bu olayı, Sâdeddin Geylânî Hazretleri hiç kimseye, evladlarına dahî anlatmamıştır. Evladları, yıllar sonra bu olayı başkalarından duyup öğrenmişlerdir.

Mezardan zikir sesleri

1930lardayız. Dergâhlar sırlanmış, Sâdeddin Geylânî Hazretleri Hakk’a yürümüştür.

Eyüp Sultan semtinde bir cenâze olur, cenâze namazı kılınıp Eyüp Mezarlığı’na defnedilir. Cenâzeye katılanlardan birisi, mezarlıktan dönerken Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin sırlandığı kabrin başına gider ve “Ey Sâdeddin Efendi. Dergâhlar, tekkeler kapatıldı, burada zikir ederdin, orada ne yapıyorsun?” der. Sen misin öyle diyen? Ve o anda ism-i Celâl sesleriyle toprak sallanır! O kişi dehşete düşüp bir çığlık atar, oradan koşa koşa kaçıp kendini nefes nefese Eyüp kahvesine atar. Lastiği orda kalmış, meshi ile koşmuştur.

Allah’a kavuşması

Eyüp Mezarlığı’nda birçok Çanakkale savaşı şehidi yatıyor. Sâdeddin Geylânî Hazretleri, “Beni bu şehidlerin arasına defn edin” diye vasiyette bulunmuştur. Hazret 1930 yılında Hakk’a yürüdü. Eyüp Sultan Câmii’nde kılınan cenâze namazından sonra Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verildi. Başına isimsiz nişânesiz bir şehid taşı kondu.


Hakk’ı erden, eri Mü’min’den iste
Budur sözüm sana şikeste beste

Bu sayfa son olarak 20.05.2012 târihinde değiştirilmiştir.