Kādirîliğin Resmiyye koluna bağlı bir başka tekke, Hırka-i Şerîf câmii yakınlarında, Keçeciler caddesinde, Akşemseddin Câmii’nden yaklaşık 50 metre ötede bulunmakta idi. Bânisi, oradaki evini ve bahçesini Kādirî tekkesi olmak üzere vakf etmiş olan Mehmed Şemseddin Hazretleri, vakfiye târihi 1203/1788-89, âyin günü Perşembedir. ‘Akşemseddin Tekkesi’ ve ‘Şeyh Muhyî Efendi Tekkesi’ diye de adlandırılan tekke, rûmî 1311, mîlâdî 1895-96 yılında Müşir Âsaf Paşa tarafından onarılmıştır. Onarımı anlatan kitâbede “es-Sultan ibni’s-Sultan el-Gâzî Abdülhamîd-i Sânî Hazretleri’nin asr-ı hümâyûn-ı mülûkânelerinde müşîrân-ı izâmdan Âsaf Paşa Hazretleri işbu dergâh-ı şerîfi müceddeden inşâ eylemiştir 1311” yazılıdır.
Keçeciler Caddesi üzerinde Hurrem Çavuş Câmii karşısında Mahmud Bedreddin Uşşâkî Hazretleri’nin 1196/1781-82 yangınından sonra ihyâ ettiği bir Uşşakî tekkesi var imiş. Şeyh Mahmud Bedreddin Hazretleri bir gün dergâhına giderken, önünden geçtiği bir bakkal dükkânının yerinde ilerde bir gün Kādirî dergâhı olacağını söylemiş, hakîkaten de orada Mehmed Şemseddin Efendi Tekkesi yapılmıştır.
Evliyâ Çelebi, Seyâhatnâme’sinde Ali Paşa yakınlarında bulunan bir Akşemseddin Tekkesi’nden bahseder. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde ortaya atıldığı gibi bu tekkenin Bayrâmîliğe mensub bir tekke olması, zamân içinde ortadan kalkmış veyâ meşîhatının kesilmiş olması, Âhî Hazretleri’nin verdiği ivme ile tekrar canlanmış olması — her ne kadar elimizde buna dâir kesin bir belge yok ise de — ihtimâl dâhilindedir. Bu tekkenin bânisi Mehmed Şemseddin Efendi’nin, Akşemseddin Hazretleri’nin halîfelerinden İbrâhim Tennûrî’nin soyundan gelmiş olması, ihtimâli daha da kuvvetlendirmektedir.
Tekkenin iki katlı ahşap meşruthânesinin latası 1965 Aralık ayında çökmüş ve binâ yıkılmıştır.
Bugün tekkeden sâdece bir türbe kalmış. Türbede üç sanduka vardır. Sandukaların birinde Mehmed Şemseddin Hazretleri, birinde Mehmed Muhyiddin Hazretleri, birinde Nâile Sultan ile Hatice Gülşen Sultan yatmaktadır. Nâile Hanım, Mustafa Âhî Hazretleri’nin küçük kız kardeşidir. Hatice Gülşen Hanım ise Mehmed Muhyiddin Efendi’nin kızıdır. Türbenin arkasında yatan fakat sandukası olmayan başka kişiler de vardır.
Türbeyi ziyâret eden kısmet arayan kızların kısa zamanda eş buldukları, sârâlı kişilerin hastalıklarının — tamâmen geçmese de — hafiflediği görülmüştür.
Türbeden bir çok şey çalınmış olup, birkaç eski levhadan başka bir şey kalmamıştır. Levhalardan birinde besmele-i şerîf, birinde “Yâ Hazret-i Şeyh Seyyid Sultan Abdülkādir Geylânî”, birinde de
Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Ânınçün âşığın zikri amandır yâ Resûlallah
yazılıdır. Duvarda Mescid-i Nebeviyye’nin bir planı asılıdır.
Şimdi tekkenin postnişînleri Mehmed Şemseddin, Ahmed İzzeddin, Mehmed Muhyiddin, Câfer Hayrullah Hazretleri hakkında bildiklerimizi ziyâretçilerimizle paylaşalım.
Tekkenin ilk şeyhi, Mustafa Resmî Âhî Hazretleri’nin halîfesi Mehmed Şemseddin Hazretleri’dir. Mehmed Şemseddin Hazretleri aslen Kayserili olup Akşemseddin Sultan’ın halîfelerinden İbrâhim Tennûrî’nin (r. 887/1482) soyundan gelmektedir. Mustafa Resmî Âhî Hazretleri’nin küçük kızkardeşi Nâile hanım ile evlenmek bahtiyarlığına erişmiş olan bu mübârek kişinin bir dîvançesi vardır. Pîri için söylediği şiirler, Mustafa Resmî Âhî Hazretleri’nin rehberliği ve kişiliği hakkında birinci kaynağımızı oluşturuyor. Mehmed Şemseddin Hazretleri 1227/1812 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.
Mehmed Şemseddin Hazretleri birçok esere imzâ atmış çalışkan bir zâtdır. Tesbit edebildiğimiz eserlerinin listesini sunuyoruz.
Kıdem bahrinin emvâcı gelir bir bir, gider bir bir
Bu çarhın gerdişiyle devr eder şâm seher bir bir
Cihânı cümle zatında görür zâhir dil-i dânâ
Dil-i dânâ’da zâhirdir eğer dünyâ eğer ukbâ
Hakk der ki: Kenz-i mahfîyem âlemde pinhân olmuşam
Zâtım münezzehdir velî ismimle insân olmuşam
Mehmed Şemseddin Efendi bazı eserlerini, şeyhi Mustafa Resmî Âhî Hazretleri’ninkine benzer bir ifâde ile bitiriyor:
Her kim ederse Şemsî’ye duâ
Vere maksûdun Cenâb-ı Kibriyâ
Mehmed Şemseddin Hazretleri, 7 Şevval 1227/12 Ekim 1812 târihinde o dönemlerde İstanbul’u kasıp kavuran vebâ salgınında Hakk’a yürüdü. Âhirete göçtüğü gün icâzetnâme yazıp oğlu Mehmed Muhyiddin Efendi’ye vermiş, ona tâc ve hırka giydirmiştir.
Tekkenin postnişînliği sonra Mehmed Şemseddin Hazretleri’nin oğlu Mehmed Muhyiddin Hazretleri’ne geçti.
Mehmed Muhyiddin Efendi, 1212/1797-98 yılında dünyaya geldi. Henüz dört yaşındayken ilk hatmini tamamladı, sekiz yaşında hâfız oldu. Postnişinliğe geçtiği sırada 15 yaşındaydı.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin dayısı Süleyman Sâfî Hazretleri’nden de hilâfeti vardır, Muharrem 1261/Ocak-Şubat 1845 târihinde Sâdiyye’den Ejder Tekkesi şeyhi İsmâil Hakkı Efendi’den de Sâdî icâzetnâmesi almıştır.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri 1279/1862-63 yılında fenâ âleminden ayrıldı.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri hattat idi. Hat sanatını kimden öğrendiğini bilmiyoruz. Tekkede bulunan “Yâ Hazret-i Şeyh Seyyid Sultan Abdülkādir Geylânî ve radiyallahu anhu” yazılı levha onun kaleminden çıkmıştır. Hazret onu 1265/1850-51 yılında yazmış ve “el-Fakîr, hâdimü’l-fukarâ, hâk-i kadem-i Âl-i abâ, eş-Şeyh es-Seyyid Muhammed Muhyiddin el-Kādirî” diye imzâlamıştır. Hemen hemen aynı istifli, ama farklı boyutlu bir levha, Kabakulak Âsitânesi tevhidhânesinin fotoğrafında da görülmektedir; bu yazının da Mehmed Muhyiddin Efendi’nin olduğuna şüphe yoktur. Tevhidhânede onun hattı ile yazılmış başka levhaların bulunması kuvvetle ihtimâl dâhilindedir.
Gene tevhidhâne fotoğrafında, sol üst köşede (bir kısmı) görülen levhada (ikinci satırı Gavs-ı Âzam Hazretleri’nin “bu ayağım bütün velîlerin ensesinin/omzunun üzerindedir” anlamına gelen)
Yâ Hazret-i Şeyh Seyyid Sultan Muhyiddin Abdülkādir Geylânî
kademî hâzâ alâ rakabeti külli veliyullah
yazısı da seçilebilmektedir. Bu sözü Mehmed Muhyiddin Efendi Hazretleri dâimâ vurgulamış ve ısrarla üstünde durmuştur, istinsâh etmiş veyâ okumuş olduğu bazı kitabların marjlarına yazmıştır. Levhayı da büyük ihtimalle Mehmed Muhyiddin Efendi yazmış olacak.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri, Niyâzî-i Mısrî Hazretleri’nin Dîvân’ını hüsn-i hat ile yazmışdır. Bu kitab bugün Sermet Çifter Kütüphânesi’nde 87 numara ile kayıtlıdır. Dîvân’ın başında Mehmed Şemseddin Hazretleri’nin mührü bulunuyor. Tâlik yazı ile yazılmış olan bu dîvandan iki sayfayı numûne olarak sunuyoruz.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin aşağıdaki şiiri, Turşucuzâde Hâfız Mehmed Efendi tarafından düyek usûlünde segâh ilâhi olarak bestelenmiş ve Kādirî dergâhlarında okunagelmiştir. Bestesi Sâdeddin Nüzhet Ergun’un özel defterinde yazılı imiş, ancak bu defterin nerede bulunduğunu bilmiyoruz, bilenler bize haber verirlerse minnetdâr oluruz.
Yandı bu cânım külhân-ı aşka
Mahv oldu cismim sûzân-ı aşka
Aşk ateşiyle yandı vücûdum
Olmaz nihâyet pâyân-ı aşka
Gavvâs olup dal deryâ-yı Zât’e
Dürdâneler ver mihmân-ı aşka
Aşkın yolunda terk eylerim hep
Cân ile başı cânân-ı aşka
İklîm-i aşka seyyah olaldan
Hizmetler ettim sultân-ı aşka
Muhyiddin olmuş hâk ile yeksân
Çâker-i Şâh-ı merdân-ı aşka
Bahr-i vahdet mevciyim yerim mekânım andadır
Kalmışam firkat ilinde izz ü şânım andadır
Mevc urup deryâ-yı ummân hicrete saldı beni
Rûz ü şeb yoktur karârım arzumânem andadır
Pâberehne bir gedâ düştüm diyâr-ı gurbete
İzz ü bahtım tâc u tahtım hânümânım andadır
Mürg-i aşkım çâr erkân bendine bağlanmışam
Nâleden bağrım delindi âşiyânım andadır
Bunda Muhyiddin Muhammed Rûmî dediler bana
Benim adım bu değildir âd u sânım andadır
Biz tarîkat erleriyiz terk-i tecrîd ehliyiz
Serbeceyb-i inzivâyız künc-i tefrîd ehliyiz
Biz hakîkat erlerinin çâkeriyiz sıdk ile
Devr-i devrân ile dâim zikr ü tevhîd ehliyiz
Hâliyâ bahr-i fenâya gark olup varlık vücûd
Şöyle şeydâ vü cünûnuz sanma takyîd ehliyiz
Dar gelir akl âlemi bizler mecânîn erleriz
Münkir-i bedhû sanır kim bizi taklîd ehliyiz
Gel gönül kâşanesinde yak çerâğ-ı vahdeti
Bul tarîk-i fakri zinhâr fakr-i te’kîd ehliyiz
Aşk kânûnunda şehbâz-ı kalender pîrimiz
Süfre-i “el-fakru fahrî” içre te’yîd ehliyiz
Kalb-i Muhyiddin misâli şems-i tâbân aşkını
Şeyh Şemseddin’den aldı nakd-i hurşîd ehliyiz
Hazret’in bir başka şiiri, Kabakulak hazîresinde yatan Seyyid Mehmed Efendi’nin mezar taşındaki manzûmedir.
Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin istinsâh ettiğini bildiğimiz kitabların listesini verelim.
Mehmed Muhyiddin Efendi, on parmağında on mârifet olan bir kişiydi. Şâirlik ve hattatlığının yanında iyi bir terzi, ciltçi, marangoz, oymacı olduğunu da biliyoruz. Aynı zamanda usta bir aşçı olan Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin kendi eliyle yazmış olduğu bir târifi paylaşalım.
Gül şerâbı. San’atı tâze açılmış kızıl gül yaprağı bir vukiyye dahî bir içi sırlı destiye koyasın. Üzerine üç vukiyye kaynar su koyasın. Bir gün bir gece dura. Andan sonra ol yaprağı muhkem sıkalar, hattâ su eseri kalmaya. Andan toprak tencereye koyub ol kadar kaynatasın ki yarı kala. Kaynarken kefini alasın: sâfî su ola. Andan ol suya bir vakiyye şeker katub âheste ateşte kıvâma getürüb sakla. Vaktinde isti‘mâl ola.
[Gül şurubu. Yapılışı şöyledir. Bir okka tâze açılmış kızıl gül yaprağı sırlı testiye konulacak, üzerine üç okka kaynar su konulacak. Bir gün bir gece bekleyecek. Sonra o yaprak su eseri kalmayıncaya kadar kuvvetlice sıkılacak. Sonra toprak tencereye koyup suyu yarıya ininceye kadar kaynayacak, kaynarken köpüğü alınarak sâf su gibi olacak. O suya bir okka şeker katılıp yavaş ateşte kıvâma gelinceye kadar pişirilecek. Vakti gelince kullanılacak.]
Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin iki halîfesini biliyoruz. Bunlardan biri dâmâdı olan Halil Sâmi Paşa, diğeri Yakacık Kādirî Tekkesi şeyhi Mehmed Sadreddin Efendi’dir (doğumu 1226/1811-12, rıhleti 1300/1882-83).
Mehmed Muhyiddin Hazretleri 1279/1862-63 yılında bekā âlemine göçtü ve tekkenin türbesine sırlandı. Halîfesi Mehmed Sadreddin Efendi vefâtı için şu târihi düşürmüştür.
Sırr-ı Bâzü’l-eşheb idi uçtu Hayy
İrciî bezminde kevser içti Hayy
Bendesi Sadrî dedi târihini
Şeyh Muhyiddin Efendi göçtü Hayy
Tekkenin son şeyhi Mehmed Câfer Hayrullah Efendi Hazretleri’dir. Câfer Hayrullah Efendi, Mehmed Muhyiddin Hazretleri’nin dâmâdı ve halîfesi olan Halil Sâmî Paşa’nın oğludur. İstanbul’da 9 Safer 1279/6 Ağustos 1862 tarihinde dünyâya geldi. Post makāmı, Hayrullah Efendi küçük yaşta iken boşaldığı için Şeyh Mehmed Sadreddin Efendi ona nâiblik etmiştir.
Hayrullah Efendi Hazretleri, zikir günlerinde ağzına bir şey koymazdı. Zikir sırasında türbedeki sandukaların üzerindeki tâcların döndüğü görülmüştür.
Câfer Hayrullah Efendi Hazretleri hastalara okur, şifâ olurdu. Tekkenin bulunduğu mahalleyi saran bir yangın esnâsında bir levhayı eline alarak duâ okumuş, yangın tekkeye bir metre kadar yaklaştığı hâlde daha fazla ilerleyememiş ve tekkeye zerre kadar zarar vermemiştir.
Câfer Hayrullah Efendi Hazretleri, Tomar-ı Turuk-ı Âliyye kitablarının yazarı Sâdık Vicdânî ile yazışmıştır, bu kitablarda ondan nakiller vardır.
Yukarıdaki resmi Yeni Târih Dünyâsı dergisinden aldık (birinci cilt, birinci sayı, 17 Eylül 1953, 18. sayfa). Oturan kişi Halil Sâmî Paşazâde Mehmed Câfer Hayrullah Bey, diğerleri halîfeleridir.
Câfer Hayrullah Efendi, 18 Nisan 1944 Pazartesi günü fâni âlemden ayrıldı. Kabri Merkez Efendi Mezarlığı’ndadır.
Câfer Hayrullah Efendi’nin kardeşi Mehmed Şevkullah Bey, tambur çalar, beste yapardı. Ne yazık ki besteleri kayıptır. Nakşî Akkirmânî Hazretleri’nin Kitâb-ı Gavriyye adlı eserini 1303/1885-86 yılında istinsâh etmişdir, ve bu nüsha Sadberk Hanım Müzesi’nde Hüseyin Kocabaş Kitablığı’nda 227 numara ile kayıtlıdır.
Hakk’ı erden, eri Mü’min’den iste
Budur sözüm sana şikeste beste
Bu sayfa son olarak 20.05.2012 târihinde değiştirilmiştir.