ve izâ seeleke ibâdiy ‘annî feinnî karîb. ucîbu da‘vete’d-dâ‘i izâ de‘ânî felyestecîbû lî velyu’minu bî le‘allehum yerşudûn.   Eğer kullarım beni senden sorarlarsa, şüphesiz ki ben çok yakınım. Duâ edenin duâsını, duâ ettiğinde kabûl ederim. O hâlde bana icâbet etsinler, bana îmân etsinler ki doğru yolu bulsunlar. (Bakara sûresi, 186. âyet)

Nazmi Geylânî Hazretleri

Bu bölümde zamânının kutbu, gavsı, mutasarrıfı, ârif-billah, sâhib-i kerâmet-i Hakk, eş-Şeyh, es-Seyyid, el-Hâc Nazmi Geylânî el-Hasenî vel-Hüseynî, Âhiyyü’l-Kādirî el-Eyyûbî Efendi Hazretleri’ni tanıtmaya çalışacağız. Onu hakkıyla — değil tanıtmaktan — tanımaktan dahî âciz olduğumuzu biliyor, kusurlarımızın affedilmesini diliyoruz.

Âilesi

Nazmi Geylânî Hazretleri, Mehmed Sâdeddin Geylânî Hazretleri’nin oğlu ve halîfesidir. Annesi Fahriye Hanımdır. Annesi Hazret-i Hüseyin’in, babası Hazret-i Hasan’ın torunlarından olduğu için, Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri hem şerîf hem seyyiddir. Bu yüzden ‘el-Hasenî vel-Hüseynî’ diye anılır. Sevdikleri kendisine ‘Ceylan Baba’, ‘Nazmi Baba’, ‘Şifâ Baba’, ‘Hû Baba’ derler.

Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri, 1887 yılında dünyâya geldi. Nüfus cüzdanında 1896 yılı yazılı olduğu için bâzı kaynaklar doğum yılını 1896 olarak verirler.

Yedi yaşını tamamlamadan önce Kur’ân-ı Kerîmi ezberledi. Zekâîzâde Hâfız Ahmed İlhâmî (Irsoy) Efendi’nin hâfızıdır. Tekke ortamında yetişti, dînî ve tasavvufî bilgileri bu ortamda öğrendi, yaşayarak dervişlik terbiyesi aldı. Eyüp İdâdî ve Rüşdiyesi’nden mezun oldu. Mekteb-i Hukuk’da yüksek öğretimini yaparken, İstanbul’un işgâle uğraması üzerine, öğretimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Henüz 17 yaşında iken babasından icâzetnâme aldı.

Nazmi Ceylânî, genç yaşta şeyhlik yapmaya başlamıştır. Henüz babasının sağ olduğu, ama vücudca rahatsızlığı veyâ Edirne’de bulunması sıralarında onun vekili olarak tekkenin şeyhliğini ifâ etmişdir. Kaşgârî Tekkesi’nde Şeyh Baha Efendi’den sonra ve Şeyh Murad Buhârî Dergâhı’nda Abdülkādir Belhî Hazretleri’nin gelemediği günlerde ona vekâleten bir müddet şeyhlik etmiştir.

Fâtiha sâhibi olması

Ceylan Baba, delikanlı iken Fâtiha sâhibi olmuştur.

Bir âyin günü, Hâkî Baba dergâhında başka dergâhlardan şeyhler de bulunmaktadır. Zikirden sonra misâfirlere hizmet edilir. Hüseyin Nazmi de dervişâne hizmet görmekte, tepsiyle kahve ikrâm etmektedir. Bu sırada dizi misâfirlerden Ejder Tekkesi şeyhi Hakkı Hazretleri’nin dizine değer.

Sen misin bunu yapan! Şeyhe nasıl dokunursun! Bu ne biçim hizmet, ne biçim dervişliktir! Şeyh Efendi, Hüseyin Nazmi’nin yüzüne aşk eder. (“Aşk etti” burada “tokat attı” anlamında kullanılan bir tasavvuf terimidir.) Hüseyin Nazmi hiç ses çıkarmaz, aşk edilen sanki kendisi değilmiş gibi gülümsemeye ve hizmete devâm eder. Ejder Tekkesi’nin şeyhi bu gencin kim olduğunu sorar, Sâdeddin Efendi’nin oğlu olduğunu öğrenince kendisini yanına çağırır, kulağına fısıldar “Benim Fâtiha’m vardır, sana Fâtiha veriyorum” diyerek Hüseyin Nazmi’yi yanaklarından öper.

Ceylan Baba bu Fâtiha’yı hayatı boyunca çok az kullanmıştır.

Bazı sözleri

İcâzet yetmez

Ceylan Baba, mürşidlik makāmına gelmenin icâzetnâmeye bağlı olmadığını anlatırdı. “Falan kişinin filan kişiye icâzet vermesiyle o kişi şeyh olmaz, şeyh olmak için o icâzetin mühürlenmesi, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz tarafından mühürlenmesi gerekir” derdi.

Kendisi 17 yaşındayken icâzet almış, 33 yaşındayken icâzeti mânâ âleminde mühürlenmişdir.

Baston gibi adam

Nazmi Baba Hazretleri insanların samimî ve dürüst olmasına çok dikkat eder, dâimâ dosdoğru olmayı öğütler, “insan baston gibi olmalı” derdi.

Ben abdestlerine kefilim

Ceylan Baba bir gün namaz kılmak için Eyüp Sultan Câmî’ine gider. Şadırvanda birkaç genç abdest almaktadır. Orada bulunan bir adam gençlere çıkışmakta, topuğunuzu tam yıkamadınız, abdestiniz olmadı, namazınız câiz olmaz deyip durmaktadır. Nazmi Baba celâllenip bastonunu adamın göğsüne dayayıp iter, “sen sus, ben bu gençlerin abdestlerine kefilim” der.

İki kişinin eli öpülür

“İki kişinin eli öpülür. Biri ilim sâhibi, diğeri işveren.”

Derviş olamadık

Yaşı yüzü geçmiş, mutasarrıf olmuş, sayısız kerâmet göstermiş iken kendisine “şeyhim” diye hitâb edildiğinde “biz derviş olamadık” derdi.

Bu hususda Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretleri’nin bir sözünü hatırlamamak mümkün değil. Menâkibu’l-Ârifîn’de yazar [465. sayfa]: Büyük bir adam, bir şeyhe birini gönderip sohbet etmek üzere kendisine bir derviş göndermesini ricâ etti. Şeyh: “Derviş nerede? O hiç bulunmaz. Fakat ben, istediği kadar şeyh göndereyim” diye cevâb verdi.

Bir memlekette iki zâviye yapmışlar, Hz. Mevlânâ’dan iki şeyh istemişler. Hz. Mevlânâ dervişliğin şeyhlikten zor olduğunu beyân etmek için Şems-i Tebrizî Hazretlerine “Bereket versin şeyh istemişler, eğer derviş isteselerdi, senle ben gitmeliydik” buyurmuşlar [Menâkıb-ı Kethüdâzâde, 203. sayfa].

Bir elin parmakları kadar

Tasavvuf yolundan konuşulurken bâzen karşısındaki kişiye iki elinin parmaklarını oynatarak “Bu yoldan anlayan işte bu kadar insan var” der, sonra tek bir elinin parmaklarını oynatır, “Hakkıyla bilen de bu kadar” derdi.

İsteseydik altın yapardık

Evladlarından biri bir gün Ceylan Baba’nın oturduğu ahşap evin çinkolarının eskimiş olduğunu hatırlatıp, “destur verirseniz çinkoları değiştirelim” deyince Nazmi Baba gülümser, “Dokunmayın kalsın; evlâdım, isteseydik biz altınla kaplamayı bilirdik” diye cevap verir.

Ben onu tutardım

Evladlarından birinden bahçedeki dut ağacının dallarını budamasını ister. O da “Benim yüksekte başım dönüyor, çıkarsam düşerim, beni affedin” diye cevap verir.

Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri daha sonra “O îtirâz etmeden ağaca çıkmalı, sözümü tutmalıydı; başı dönecek olsa ben onu tutardım, ama bilemedi!” demiştir.

Bâzı Kerâmetleri

Kapıdan geçmeyen küvet

Ceylan Baba’nın evinde banyo yenileniyor. Bir küvet alınmış, banyoya konacak. Ama küvet banyo kapısından sığmaz. Küveti yan tutup geçirmek isterler, olmaz, dik tutup kapıdan geçirmek isterler, geçmez. Tek çâre banyo kapısının pervazlarının sökülmesidir, pervazlar sökülüp duvar genişletilecek küvet banyoya konacak, sonra tekrar takılacaktır. Ancak hava kararmış, saat ilerlemiş olduğu için bu işi ertesi güne bırakırlar.

İnşaat ekibi ertesi gün gelir. Pervazı sökmeye başlamadan önce, Nazmi Geylânî “bir defa daha deneyin, belki bu sefer küvet kapıdan geçer” der. Gerçekten de dün kapıdan sığmayan küvet, bugün kolaylıkla geçiverir.

Vakıflardaki giriş sınavı

Evladlarından biri bir gün Ceylan Baba’ya, bir emri olup olmadığını sorar. Ceylan Baba eski yazılı bir eser adı verip, onun 132. varağını okumasını ister. Adamcağız bundan birşey anlamaz, ama saygısından ötürü emri yerine getirir. Aradan zaman geçince “Bir sonraki varağa geçeyim mi?” diye sorar, “Hayır, o varağı iyice anla, bilmediğin kelimeler varsa öğren” cevâbını alır. O da o varağı iyice anlayıncaya kadar çalışır. Sonra başka varağa geçmek istese de izin çıkmaz, hep o varak, hep o varak çalışılacak. O kişi dünyâda o varağı en iyi bilen ve yorumlayan insan olur. Bu varaktan sıkılmıştır ama ne yapsın, emrin dışına çıkılmaz.

Gel zaman git zaman, o kişi emekli olur. Vakıflarda bir kadro boşalmıştır, sınav ile eleman alınacaktır, o kadroya talip olur. Sınav başlarken gözetmen bir kitabın sayfalarını karıştırır, rastgele bir sayfa seçer. Sınav o sayfayı okuyup açıklamaktan ibârettir.

Gözetmenin “rastgele” seçtiği sayfa, tam 132. varak değil mi? Diğer bütün adaylar en fazla bir sayfalık cevap sunarlar, Nazmi Baba’nın evlâdının cevâbı sayfalar, sayfalar tutar. Ve tabî kadroya o alınır.

Nasûh tövbesi

Bir bekçinin oğlu astsubaylık sınavını kazanmış, duâ almak için Ceylan Baba’ya gelmiş. Ceylan Baba da: “Ben sana bir şey öğreteyim, onu oku, başka bir şey okuma, hep onu oku” demiş ve gence “ey îmân edenler, Allah’a nasûh tövbesi ile tövbe edin” meâlindeki “yâ eyyühellezîne âmenû tûbû ilallahi tevbeten nasûhâ” âyetini öğretmiş (Tahrîm sûresi, 8. âyet). O genç hep bu âyeti okumaya başlamış.

İki üç gün sonra bir kazâ sonucunda o genç tüfekle vurulmuş ve âhirete göçmüş. Ceylan Baba: “Onun vâdesi o kadardı. Biz onun tövbe etmesine vesîle olabildiysek ne mutlu bize!” demiştir.

Yamuk oğlunu düzelt

Bir gün Mesud Efendi, yanında bir tanıdığı ile Ceylan Baba’yı ziyârete gelir. Ceylan Baba, Mesud Efendi’yi kabûl eder, onunla gelen kişiye girmesi için destur vermez. Mesud Efendi’ye “ona söyle, öyle el-âlemin işini düzeltmeye kalkışacağına önce kendi yamuk oğlunu düzeltsin” der.

Meğer bu kişi, kendini havas ilmine kaptırmış bir kişi imiş. Cinlerle uğraşırmış. Bir de vücûdu çarpık oğlu varmış. Evine döndüğü zaman bir de bakar ki oğlu iyileşmiş, düzgün durur olmuş. Bunun ne zaman meydana geldiğini hesapladıklarında, Ceylan Baba’nın “önce kendi yamuk oğlunu düzeltsin” dediği anı bulmuşlar.

İcâzetname

Ceylan Baba, kefeninin içine icâzetnâmesinin konulmasını vasiyet etmişti. Fânî âlemden göçtüğünde, kabrine konarken, kefeninin içine oğlu icâzetnâmesini yerleştirmek isterken Ceylan Baba’nın kolu kefenden dışarı çıkar, icâzetnâmeyi tutar çeker ve tekrar kefenin içine girer.

Şeyhin iyisi

Ceylan Baba, “Şeyhin iyisi kendi cenâze namazını kılar, kabirdeyken Hayy esmâsı verir” derdi.

Ceylan Baba’nın cenâze namazı kılınırken Nâmık Paksoy câmiin içinde namaz kılanlar arasında arkada Ceylan Baba’yı görmüşdür. Kendisi kabrinden “Hayy” diye esmâ vermişdir.

Böyle ayakta karşılananı görmedim

Hüseyin Nazmi Geylânî Hazretleri, Bağdad’da Abdülkādir Geylânî Hazretleri’nin türbesini ziyârete gider. Türbeden içeri girdikten sonra yere eğilir-çömelir-secde eder-yeri öpermiş gibi hareketler yapar. Yanındakiler buna hiç bir anlam veremezler.

Onların şaşkınlığını anlayan Türbedâr Yusuf Efendi der ki: “O türbeye geldiği zaman, Abdülkādir Geylânî Hazretleri onu karşılamak için ayağa kalktı, o da Gavs-ı Âzam’ın ayaklarını öptü. Gavs-ı Âzam’ın kimseyi böyle ayakta karşıladığını görmedim”.

Bu ziyâretin sonunda Türkiye’ye dönerlerken, bir şâhin sınıra kadar arabalarına eşlik etmiş, sınırda geri dönmüştür.

Millî Mücâdele

Nazmi Geylânî Hazretleri’nin Kurtuluş Savaşı sırasında yaptığı inanılmaz hizmetleri ayrı bir sayfada bulabilirsiniz.

Mustafa Kemâl Atatürk

Mustafa Kemâl, İstanbul’a bir gelişlerinde Nazmi Geylânî ile görüşmek ister, “Hâfız nerede, getirin sohbet edelim” der. Sohbet sırasında “Dergâhlar kapandı, tahsîsâtınız kesildi. Şimdi nasıl geçineceksiniz?” diye sorar. Etrâfındakilere de “Bunlar derviş adamlardır, kimseden bir şey istemezler” der. Nazmi Baba da “Paşam, bizi merâk etmeyin, biz taşı sıkar suyunu içeriz” der.

Rumlar ile mübâdele olmuş, Şişli, Nişantaşı semtlerinde evler boşalmıştır. Atatürk, oradaki evlerden herhangi birine yerleşebileceğini söyleyince, Nazmi Baba “Paşam, biz yerimizden memnûnuz, evimizi değiştirmek istemeyiz” diye cevap verir.

Bunun üzerine Atatürk, Nazmi Baba’nın bir işe alınması direktifini verir ve onu Reji idâresinde kadroya alırlar. Nazmi Baba oradan emekli olmuştur.

Ceylan Baba Hakkında İki Şiir

Nazmi Baba, 24 Kasım 1990 târihinde âlem-i cemâle göçtü. Eyüp Sultan Câmii’nde kılınan cenâze namazından sonra türbesine sırlandı. Hakkında yazılmış iki şiiri okuyalım.

Doğruluk öğretti pîrimiz Abdülkādir Geylânî
Yılmayıp tâbi olanı ol sırattan tez geçirtti

Demişti ki birçok şeyden önce kalbini temizle
Bilirim neler vardır her birinizin içlerinde

Hakk’a tapındı Kur’ânla şeyhimiz Nazmi Ceylânî
Riyâya yer yoktu, insanlara eşsiz imam idi

Fakire dahî kucak açtı gönül sofrası kurdu
Doğruluk düstûruydu, haram lokmaya yer yoktu

Kimsenin kalbini kırmadı her dem müsâmahadaydı
Tüm erleri nûru ile onun selâmette idi

Rabb’im bize merhamet et günahlarımızı affet
Şeyh Nazmi Ceylânî (radiyallahu anh)’ı vâsıta et

Yâ zü’l-celâli yâ Allah yâ zü’l-kemâli yâ Allah
Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlallah

Levh-i Kalem-i aslı sırrı levh-i kalb idi
Masharı mevcûdâta vâkıf bîçûn-i suskun idi
Rahîm-ü Kerîm-ü kâdere vukuf idi
“Edeb yâ Hû” diyerek âh edip gitti

Binbir dertli ummânın dermânı idi
Feyz-i mukaddese sâhib çâre-i dermân idi
Bir sırrı kalb-ü mahkeme-i Kübrâ idi
Çâre-i derdi ummânı Kerim-ü aslı idi


Hakk’ı erden, eri Mü’min’den iste
Budur sözüm sana şikeste beste

Bu sayfa son olarak 20.05.2012 târihinde değiştirilmiştir.